Türkçe English
Konya'da Gezilecek Yerler

Ilgın Termal Turizm Merkezi

İlçe merkezinin 2.5 km batısında Ilgın-Akşehir yolu üzerindedir. İki ayrı dönemde yapılan kaplıcanın ilk defa miladi 1236 yılında 1. Alaedddin Keykubat döneminde, ikinci defa ise 2. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Sahip Ata Fahrettin Ali tarafından miladi 1267 yılında yaptırıldığı anlaşılmakladır. Ilgın kaplıcaları şifa kaynağı olarak bilinir. Suyu hamam Dağı eteklerinde güneyden kuzeye doğru uzanan alivyum tabakası ile örtülü bir kırık üzerindedir. Su, yöresel olarak söylenen Hamam Dağının eteklerinden çıkar. Kaplıca suyunun içeriği şunlardır: Potasyum , Sodyum, Amonyum, Kalsiyum, Magnezyum, Demir, Alüminyum, Klorür, Nitrat, Sülfat ve Hidrokarbonat gibi kimyasal özellikleri için de taşıyan şifa kaynağı kaplıca suları berrak, renksiz ve kokusuzdur. Su bir miktar da Bromür ve İyodür ihtiva ettiğinden Kükürtlü ve Hidrokarbonatlı sular grubunda yer alır. Kaplıca suyunun bu özelliklerinden dolayı birçok hastalığa şifa kaynağı olduğu bilinmektedir.

Akşehir Nasreddin Hoca Arkeoloji Ve Etnografya Müzesi (Rüştü Bey Konağı)

Konya'nın Akşehir İlçesi'nde sorgu hakimi olan Rüştü Bey ve babasına ait iki evden oluşan İkiz Konak 1989'da kamulaştırılmış ve binalar 13.yy'a aittir. Dönemin önce Ermeni, daha sonra Türk ustaları tarafından yapılmış konaklar, tipik Konya evlerinden farklılık gösterir. İki katlı olan evlerin birinde Rüştü Bey, diğerinde oğulları yıllarca oturduktan sonra 1992'de Turizm Bakanlığı'nca onarıldıktan sonra “Nasreddin Hoca Arkeoloji ve Etnografya Müzesi”olarak hizmete sunulmuştur.

Giriş katında idari bölümler ve etnografik ve arkeolojik eser depoları bulunmaktadır. İkinci kat arkeolojik, üçüncü kat etnografik eserler sergilenmektedir. Aynı katta ayrıca, Nasreddin Hoca'nın fıkrasındaki sıra yarenlerinin canlandırıldığı oda ve Akşehir'e ait tipik bir gelin odasının sergilendiği odalarda düzenlenmiştir. En üst kattaki bir başka köşede ise Seyyid Mahmud Hayrânî Türbe kapısı ve Şeyh Eyüb Türbesi'ne ait sanduka teşhir edilmiştir.

Alaeddin Cami ve Kümbeti

Anadolu Selçuklu döneminde yapılmış, Konya'nın en büyük ve en eski camisidir. Şehrin merkezine yüksekçe bir höyük olan Alaaddin Tepesi üzerinde inşa edilmiştir. Alâaddin manzumesi olarak bilinen bu yapılar topluluğunun yapımı 1156 yılında başlanmış olup, dönemin sultanları tarafından inşasına deva edilmiş ve 1221 yılında tamamlanmıştır.

Muntazam bir planı olmayan cami klasik Selçuklu mimarisi ile yapılmış olup, kapılarında yüksek taçlar vardır. Cami kenarı kale gibi kalın duvarlıdır. Cami içerisinde, Bizans ve klasik devirlere ait 41 taş mermer sütunlar ve çini işlemeler kullanılmıştır. Üzeri ağaç ve toprakla örtülmüştür. Çinilerle süslenmiş ve abanoz ağacından birbirine geçerek yapılan Minber, Ahlatlı Hacı Mengüberti tarafından yapılmıştır. Günümüzde mihrap ve kubbelerin çinileri kısmen sökülmüştür. Cami üzerindeki kitabeler, Cami'nin III. Sultan Murad ve II. Abdülhamid zamanlarında onarım gördüğü yazmaktadır.

Câmi avlusunda buluna kümbette; Mesud, Kılıç Arslan, II.Rükneddin Süleyman, Gıyâseddin Keyhüsrev, Alâaddin Keykubad, II.Gıyâseddin Keyhüsrev, IV. Kılıç Arslan ve III.Gıyâseddin Keyhüsrev'in mezarları bulunmaktadır. Selçuklu zamanına ait bu ayar ve yükseklikte başka bir kümbet yoktur.

Alaeddin Tepesi

Palohistorik dönemlerde kale ile çevrili bir yerleşim yeri olarak kullanılan eski bir höyüktür. Alâeddin Köşkü bu tepede yazlık köşk olarak yapılmıştır. Tarihi su depoları ve Meçhul Askeri Anıtı da bu tepededir. Şehri panoramik olarak gören tepe, 1950 yıllarında yeşillendirilmiştir. Günümüzde halkın mesire yeri olarak kullandığı alan da çay bahçeleri de bulunmaktadır.

Aya-Elena Kilisesi

Konya'nın Selçuklu İlçesine bağlı, şehir merkezine 7 km.mesafe uzaklıkt eski bir yerleşim yeridir. 327 Yılında, Bizans İmpartoru Constantin'in annesi Helena, Hac için Kudüs'e giderken Konya'ya uğramış ve buradaki ilk hıristiyanlık çağlarına ait oyma mabetleri görünce, Hıristiyanlar için Sille'de yeni bir mabed yaptırmaya karar vermiştir. Kilise günümüze gelene kadar defalarca onarım görmüştür. Kilisenin avlusunda kayalara oyulmuş odalar bulunmaktadır. Kilisenin kuzeye açılan kapısından dış nartexe girilir. Burada kadınlar mahfeline çıkan iki yönlü taş merdivenler yer almaktadır. Kilisenin ana kubbesi dört fil ayağı üzerinde olup, kilise üç sahanlıdır. Kilisenin içerisinde ahşaptan içerileri alçı süslü bir vaaz kürsüsü ve ana mekânı ayıran ahşap alçılı bir kafesi mevcuttur. Kubbe geçişlerinde ve taşıyıcı ayaklarda Hz. İsa, Hz. Meryem ile havarilere ait resimler bulunmaktadır.

Aziziye Cami

1671-1676 yıllarında Damat Mustafa Paşa tarafından yapılan Cami Konya Çarşısı ortasındadır. 1876 yılında çıkan bir yangın sonucu tamamen yanan cami, son Osmanlı mimarisinin barok üslûbuyla Sultan Abdülaziz tarafından 1897 yılında tekrar inşa ettirilmiş. Cami adı Sultan Abdülaziz'e ithafen Aziziye Cami olarak değiştirilmiştir. Küçük bir cami olmasına rağmen muntazam kesme Gödene Taşı ile yapılan caminin üzeri kubbe ile örtülüdür. Son cemaat yeri ise, altı mermer sütuna oturan üç kubbelidir. Kaideli ve şadırvanlı iki minareye sahiptir.

Batı Cephesi Karargahı Müzesi

Akşehir İlçesinde, 1905 yılında Belediye Binası olarak yapılan konak, Kurtuluş Savaşı sırasında Atatürk ve silah arkadaşlarınca Batı Cephesi Karargâh Binasına dönüştürülmüş olup, savaştan sonra tekrar Belediye Binası olarak kullanılmıştır. 1964'te Müzeler Müdürlüğü'ne bağışlanan bina, 1966 yılında yeniden düzenlenerek “ Atatürk ve Etnografya Müzesi” adıyla müzeye dönüştürülmüştür. 1981 yılında yapılan onarım sonrasında adı, “ Batı Cephesi Karargâhı Müzesi” olmuştur.

Binada Atatürk'ün, İsmet İnönü'nün, Asım Gündüz'ün kullandığı odalar, eşyaları ile birlikte sergilenmektedir. Müzede ayrıca, Kurtuluş Savaşı sürecini anlatan belge ve fotoğraflar sergilenmekte olup, Gaziler için de bir köşe yapılmıştır.

Beyşehir Eflatunpınarı Hitit Su Anıtı

Konya İli, Beyşehir İlçesi, Mevlana Müzesi yakınında, Beyşehir Gölü kıyısında yer almaktadır. M.Ö.1300 yıllarına ait geç Hitit kalıntısı olan bu çeşme üzerinde Hitit Tanrıları olması sebebi ile kutsal bir Hitit Anıtıdır. 1849'da keşfedilen anıt, Konya'yı su baskınlarından korumak amaçlı yapılmıştır. 4 metre yüksekliğinde, 7 metre eninde 14 taş bloktan oluşan anıtın önünde doğusundan kaynayan sudan küçük bir göl vardır.

Beyşehir Gölü Milli Parkı

Yüzölçümü 651 km2, uzunluğu 45 km, en geniş yeri 25 km olan, Beyşehir Gölü toplam: 88.750 hektar alanı kaplar. 20.02.1993 tarihi itibariyle Milli Park Statüsü'ne alınmış olan gölün çevresi, yüksekliği 2.000 metreyi aşan dağlarla çevrilidir. Denize ise 1.115 metre yüksekliktedir. Her yıl etrafında festival düzenlenen gölün içerisinde bir çok adacıktan bazıları şöyledir; Hacı Akif, İğdeli, Kızkulesi, Akburun, Mada, Yılanlı, Külbent Beyşehir Gölü Milli Parkı Eko Sistem Rehabilitasyon Projesi çalışmaları kapsamında göle yaklaşık 60 bin adet yavru sazan balığı bırakılarak, balık populasyonunu artırmak hedeflenmiştir. Çin ve İsrail türü sazan balıklarının, diğer balık türlerini azaltması sebebi ile çeşitli islah çalışmaları halen devam etmektedir.

Çatalhöyük Neolitik Kenti

Çatalhöyük, Konya'nın Çumra İlçesine 10 km mesafededir. Adını Höyük üzerindeki benzer yüksekliğe sahip iki tepenin görüntüsünden alan Çatalhöyük, 1958'de keşfedilmiştir. Dünyanın en eski antik kentlerinden biri olup, tarihi on bin yıl önceye kadar inen Çatalhöyük, dünyadaki en önemli arkeolojik alanlardan biridir. Yaklaşık 14 bin hektarlık alan üzerinde kurulmuş antik kentte yapılar üst-üste inşa edilmiştir. Yapılan kazılarda , yaşanan her döneme ait eserler çıkarılan eserler Konya Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir. Halen duvarlarında kabartma resimler, heykeller mevcuttur. Dini anlam taşıyan boğa figürü binaların duvarlarında sıkça kullanılmıştır. Ayrıca birçok evde gerçek boğa başlarının kille sıvanması ile yapılmış kabartmalar bulunmuştur. Çatalhöyük'teki yapılanma, kapıları olmayan, içlerine çatılardan girilen birbirine bitişik evler ile sokağı olmayan yerleşim ünik bir özellik sergilemesinden dolayı, 2012 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi'ne alınmıştır.

Deyr-i Eflâtun Ak Manastırı - Hagios Chariton Manastırı

Dünyanın bilinen en eski ve en büyük manastırlarından biri olan Ak Manastır "Hagios Khariton Manastırı", "Deyr-i Eflâtun" Sille köyüne yakın bir yerde St.Horion isimli bir aziz adına 274 yılında kesişler tarafından kayalar oyularak yapılmış olup, bir asır boyunca kullanılmıştır. Etrafında geniş birde mezarlık alanı bulunan Manastır, Konya'da yaşayan Mevlevi dervişlerince de ziyaret edilmiş ve bahçesinde küçük bir de mescit yaptırılmıştır. Günümüzde bu yapıların tamamı yok olmuş olup, askeri alan içinde kaldığı için ziyarete kapalıdır.

Gömeç Hatun Türbesi

Anadolu Selçuklu Sultanı Rükneddin Kılıç Aslan'ın karısı IV. Gömeç Hatun için yapılan türbe, Selçuklu Türbelerinde farklılık gösterir. Musalla Mezarlığında olan türbe, bodrum, sivri kemerli beşik tonozlu bir eyvana sahip olup, kesme taştan ve tuğladan örülmüştür. Eyvan kemerlerin içi mozaiklerle süslenmiş olan türbedış görünüş itibariyle bir kaleyi andırmaktadır

Hasbey Dar'ül Huffazı

1421 Yılında, Hacı Hasbey oğlu Mehmet bey tarafından Karamanoğlu II.Mehmet tarafından Hafızlar Evi olarak Gaziâlemşah Mahallesinde yapılmıştır. Kare planlı olup, üç tarafı yontma taşlar ile örülüdür. Kubbeye doğru üçgen köşebentler vardır. Mihrabı çini işlemeli olup, giriş kapısı mermer işlemelidir.

Horozlu Han

Horozlu Han, 1248 yılında bugünkü Konya-Aksaray asfaltının 8.kilometresinde kışlık han olarak yapılmıştır.

Hz. Mevlana Türbesi

Hz. Mevlâna 'nın türbesi bugün Mevlâna müzesi olarak kullanılan eski dergâhın içerisinde bulunmaktadır. Hz.Mevlâna'nın Türbesinin de içerisinde yer aldığı, Mevlâna Dergâhı inşaa edilmeden önce Selçuklu Sarayı'nın Gül Bahçesi olarak kullanılmaktaydı. Bu gül bahçesi, Sultan Alaeddin Keykubad tarafından Mevlana'nın babası Sultanü'l-Ulema Bahaeddin Veled'e hediye edilmiştir. Bu arazi üzerine kurulan dergâh çeşitli dönemlerde yapılan eklentiler ile geliştirilmiş ve günümüzde müze olarak hizmet vermektedir. Hz.Mevlana, 17 Aralık 1273 yılında vefat edince Mevlana'nın oğlu Sultan Veled, Mevlana'nın mezarı üzerine türbe yaptırmak isteyenlerin isteklerini kabul etmiş, "Kubbe-i Hadra" (Yeşil Kubbe) denilen türbe 8 kalın sütun üzerine 130 Bin Selçuki dirhemine Mimar Tebrizli Bedrettin'e yaptırılmıştı. Mevlevi Dergâhı ve Türbe 1926 yılında "Konya Asar-ı Atika Müzesi" adı altında müze olarak hizmete başladı, 1954 yılında ise müzenin teşhir ve tanzimi yeniden gözden geçirilmiş ve müzenin adı "Mevlâna Müzesi" olarak değiştirilmiştir.

İnce Minare Taş ve Ahşap Eserler Müzesi

Selçukluların başkenti olan Konya'da Vezir Sâhib Atâ Fahreddin Ali tarafından 1258-1279 tarihlerinde hadi ilmi okutulması için yaptırılmış bir medresedir. Minare kaidesi kesme taşla kaplı tuğla malzeme kullanılarak yapılmıştır. Yarı piramit formlu üçgenle ve on iki köşeli, gövde köşeleri turkuaz mavi sırlı tuğladan yapılmış çift şerefelidir. 1901 'de yıldırım düşmesiyle birinci şerefeye kadar yıkılmıştır. Yapılan restorasyon ile 1956 yılında “Taş ve Ahşap Eserleri Müzesi”'ne dönüştürülmüştür. Beylik, Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerine âit taş ve ahşap eserler, mezartaşları, Selçuklulara ait çift başlı kartal ve kanatlı melek figürleri, Konya Kalesine ait kabartma rölyefler sergilenmektedir. Medresenin taç kapısı üzerinde kabartmalı geometrik ve bitkisel bezemelerle birlikte Selçuklu sülüsüyle yazılmış "Yasin ve Fetih" sureleri vardır. İç avlu, eyvan, dershane, ve öğrenci yerleri gibi bölümleri vardır

İplikçi Cami

Adını bulunduğu çarşıdan alan İplikçiler cami, Alaeddin Caddesi üzerindedir. 1201 Yılında Şemseddin Altınoba tarafından yaptırılmış, 1332 yılında Somuncu Ebubekir tarafından genişletilmiştir. 1951-1960 yılları arasında Klasik Eserler Müzesi olarak kullanılan cami, 1960 yılında tekrar ibadete açılmıştır.

Kadı Mürsel (Haci Hasan Cami)

Konya Merkezde olup, hükümet konağının batısındadır. Kitabesinde yazdığına göre 1409 yılında, Karamaoğlu Mehmet bey zamanında Hacı Mustafa oğlu Mürsel tarafından yaptırılmış, dikdörtgen planlı bir camidir. Cami, taş ve moloz dolgu ile yapılmış olup, yüksekçe bir tabana oturmaktadır ve üzeri çatı ile örülmüştür.

Karapınar Sultan Selim Camii ve Külliyesi

Şehzade II.Selim'in Konya Valiliği sırasında ve 1514-1563 Yılları arasında adına yaptırılmış külliye cami, kervansaray, han, hamam, çeşme, imaret, medrese, çarşı ve değirmenden oluşmaktadır.
Konya'nın Karapınar İlçesinde olan külliye hac yolu üzerinde olduğundan önemli bir konumdadır. Camisi kare planlı olup, tipik Osmanlı mimarisindedir. Cemaat yeri beş kubbeden oluşmakta olan caminin tek şerefeli iki minaresi vardır.

Karatay Çini Eserler Müzesi

Alaeddin Tepesi karşısında olan Karatay Medresesi, Sultan İzzeddin Keykavus II. Devrinde Emir Celaleddin Karatay tarafından 1251 yılında kapalı avlu medrese tipinde yaptırılmıştır. Osmanlılar Devleti döneminde de kullanılan medrese, Cumhuriyet döneminde terk edilmiştir. 1955 yılında bina restore edilerek, "Çini Eserler Müzesi" olarak açılmıştır.
Karatay Müzesinde, Beyşehir Gölü kenarındaki Kubat-Âbad Sarayı kazı buluntuları arasında olan duvar çinileri, çini ve cam tabaklar ile Konya ve yöresinde bulunan Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerine ait çini ve seramik tabaklar, kandiller ve alçı buluntuları sergilenmektedir. Celâleddin Karatay'ın türbesi, eyvanın güneyinde hücre kubbeli şeklinde yapılmıştır.

Kapu Cami

Sarraflar Caddesi üzerinde olan Kapu Cami, Konya Kalesinin kapılarından birinin çevresinde yer aldığında bu ad ile anılır. Osmanlı Dönemi Konya Camilerinin en büyüğü olan Cami, 1658 yılında Pir Hüseyin Çelebi tarafından yapılmıştır. 1811 yılında cami yıkıldığında onarılmış, 1867 yılında geçirdiği yangın ile etrafındaki dükkanlar ile birlikte tamamen yanmıştır. 1868 yılında yeniden yapılan caminin cemaat yeri 10 mermer sütunlu olup, tamamen kesme taştan yapılmış caminin iki kapısı vardır. Üzeri sekiz kubbe ile örtülüdür. Mihrabı taş işlemeli, minberi ise sadedir..

Kızıl Viran Hanı

Konya-Beyşehir yolu üzerinde olup, Konya'ya 44 km. uzaklıktadır. Kışlık ve yazlık olmak üzere iki tipte yaptırılmıştır.

Kilistra - Lystra (Gökyurt) Antik Kenti

Konya'nin 49 km güneybatısındaki Meram ilçesi, Hatunsaray beldesine bağlı Gökyurt köyündedir. Kral yolu üzerinde bulunan ve volkanik tüf kayaların oyulmasıyla oluşturulmuş tarihi MÖ 300 yılına dayanan bir antik kent olan Kilistra, İsa'nın havarilerinden Saint Paul'ün ilk vaaz verdiği yerlerdendir. Roma dönemi Hristiyanlara yapılan baskılardan dolayı halkın kaçtığı dağlık alan olan Kilistranın aydınlatma ve havalandırması kamufle edilmiş mazgal açıklıklarla sağlanmıştır. Hıristiyan hacıların da inanç turizmi kapsamında ziyaret ettikleri antik kent üzerinde Gökyurt halkı yeni bir yerleşim kurmuştur.

Konya Arkeoloji Müzesi

Konya Atatürk Caddesi, Zafer Meydanına yakın olan, Konya Arkeolojik Müzesi, 1901 yılında küçük bir binada açılmıştır. 1927 yılında Mevlana Müzesi'ne 1953 yılında İplikçi Camii'ne taşınana müze, son olarak 1962 yılında bugünkü binası taşınmıştır. Müzede Neolitik (Cilalı taş) Çağdan başlamak üzere, Kalkolitik (Bakır-Taş) Çağ, Eski Tunç Çağı, Orta Tunç (Asur Ticaret Kolonileri) Çağı, Demir (Frig-Lidya) Çağı, Klasik-Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait eserleri dört ayrı salonda sergilenmektedir.

Konya Atatürk Müzesi

Atatürk Caddesinde, Atatürk Anıtı yakınındaki Zafer Meydanında olan iki katlı ev, 1912 yılında yapılmıştır. 1928'de Konyalılarca Atatürk'e hediye edilmiştir. 1940-1963 yılları arasında valilik binası olarak kullanıldıktan sonra, 'Atatürk Evi-Kültür Müzesi'ne dönüştürülmüştür. Atatürk'ün 100.yıl doğum günü için restore edilerek 1981 yılında ziyarete açıldı. 2003 yılında yapılan son onarım ile müzede Atatürk'ün şahsi eşyaları ve Kurtuluş Savaşında Konya'daki bazı belge ve fotoğraflar eklenerek, tipik bir Konya evine dönüştürüldü.

Konya Etnografya Müzesi

Eğitim amaçlı inşa edilen müze 1975 yılında Etnografya Müzesi'ne dönüştürüldü. Bina üç katlı olup, bodrum katında fotoğrafhane, arşiv ve etüdlük eser depoları, giriş katta ise sergi salonu ve konferans salonu vardır. Üst kat idari bölüme ve kütüphaneye ayrılmıştır.
Sergi salonunda satın alma, bağış, hediye ve başka müzelerden devir yolu ile müzeye kazandırılan bir çok Konya ve çevresine ait el sanatları, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemine ait halı-kilim, savaş malzemeleri gibi etnografik eserler sergilenmektedir Müze pazartesi dışında her gün 08.30-17.30 saatlerinde ziyarete açıktır.

Konya Selçuklu Köşkü - Alaeddin Köşkü

11.Yüzyılda Alaaddin Tepesini çeviren iç kalenin kuzey eteğinde, Alaaddin Cami yanında yapılan köşkün diğer adı da Alâaddin Köşkü'dür. Alaaddin Keykubat za¬manında genişletilerek tamir edilmiş olan köşk kare bir plan üzerine harç ve tuğlalarla iki kat olarak ya¬pılmış, altı kat kerpiç ve molozlarla takviye edil¬miştir. Bugün ise harap olmuş ve geriye sadece bir duvar parça¬sı kalmıştır. Bu duvar da 1961 yılında beton bir şemsiye ile koruma altına alınmıştır.

Konya Selimiye Cami

Konya'nın Karatay İlçesinde bulunan, II.Selim'in Konya Valiliği esnasında yapımına başlanan Cami, 1570 yılında padişah olduktan sonra tamamlanmıştır. 17.ve18.yy'da onarımlar gören Cami'nin planı İstanbul'daki Fatih Cami ile benzerdir. Yedi kubbeli, altı sütünlu cami, kesme taştan yapılmıştır. Basık kemer kapısı mermer sövelidir. Ahşap olan kapı kanatlarından sağdakinde "Mescitti Mümin, sudaki balık gibidir”, soldaki kanatta ise; “Camideki münafık kafeste bunalan kuş gibidir” sözleri yazılıdır. Minberi, beyaz mermerden olup, tek şerefeli iki minaresi bulunmaktadır.

Koyunoğlu Şehir Müzesi ve Kütüphanesi

Konya'nın köklü ailelerinden Ahmet Rasih İzzet Koyunoğlu, Topraklık Mahallesi'nde bulunan eski ve tipik bir Konya evinde eser toplamaya başlamış ve 1913 Yılında müzeye dönüştürdü bu evde Konya ve çevresinden derlenen arkeolojik eserlerin yanı sıra kitaplar ve etnografik eserler bulunmaktadır. Üç bin metrekare teşhir alanı bulunan müzenin giriş katında Anadolu Medeniyetleri, sikke, hat salonu, tabiat tarihi bölümü ve tematik sergiler vardır. Birinci katında etnografik eserler, halı, kilim ve tesbih koleksiyonu ve başta el yazma eserler olmak üzere gazete arşivi ve 35 bin ciltlik zengin bir kütüphane bulunmaktadır.

Kubadabad Sarayı

Beyşehir Gölü'nün güneybatı kıyısında, Heyran Köyü yakınlarındaki Kubad Âbâd Sarayı, 1236 Selçuklu Sultanı Alaadin Keykubat tarafından yaptırılmış 35 X 50 m. boyutlarında yazlık bir saraydır. Bugün planı bilinen tek Sel¬çuklu Saray Külliyesidir.1950-1953 yılları arasında yapılan arkeolojik kazılarda bulanan çini, pano, seramik, alçı, cam ve sikkeler bulunmuş ve Konya'daki Çini Eserler Müzesi'ne kaldırılmıştır. Kubâd-Âbad Sarayının çinileri, sır altı ve lüster tekniğinde yapılmıştır. Çiniler figür¬lü, geometrik ve bitkisel bezemelidir.

Mahkeme Hamamı

Mahkeme Hamamı, Şerafeddin Cami ile Şems-i Tebrizi Cami arasında yer alan tarihi özellikleriyle milletimizin temizliğe verdiği önemini yaşatan (Türk Hamamı) vasıflarını taşıyan mahkeme hamamı faaliyetine devam etmektedir.

Meram Hamamı

Meram mesireliğinde, tarihi köprü çıkışında yer alan Beylikler devrinde yapılmış Meram Hamamı, yerli ve yabancı turistlerin ziyaretine açıktır.

Meram Bağları

Takkeli Dağların güneydoğu eteklerindeki vadiye kurulmuş olan Meram Bağları'nın dokusu günümüzde yapılaşma nedeni ile bir hayli bozulmuştur. Günümüzde yeşillendirilmiş hali ile daha farklı ama yine de görülmeye değerdir. Tarih boyunca suyu, havası ve bağları seyahatnamelere, divanlara geçmiş, ünü bütün Ortadoğu'ya ulaşmış bir mesire yeri olan Meram Bağları, Anadolu topraklarının verimli olmasının neticesinde her bölgede bağ ve bahçeler görülmekle beraber, bu bağların çevrelerinde kendisine has kültürler oluşmuş ve etrafın insanları da o kültür ile özdeşleşmiştir. Konya'dan yolu geçen misafirlere bu bağlardan meyveler ikram edilirdi. Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nde geçen “Konya'da helvayı döverek yedirirler” darb-ı meseli insanların ne kadar cömert olduğunun delilidir.

Mevlana Müzesi

Bugünkü Mevlana Müzesi'nin yeri, Selçuklu Sarayı'nın gül bahçesi iken, Sultan Alaadin Keykubat tarafından Mevlana'nın babası Sultanü'l Ulema Bahaeddin Veled'e hediye edilmiştir. 1231 Yılında ölen Sultanü'l Ulema gül bahçesine yapılan ilk defindir. Halk üzerine bir türbe yaptırmak istese de Mevlana bu isteği geri çevirmiştir. 1273 Yılında Mevlana'nın ölümü ile oğlu Sultan Veled halkın bu isteğini gerçekleştirmiş ve dört fil ayağı üzerine, "Kubbe-i Hadra" Yeşil Türbe denilen türbeyi dönemin mimarı olan Tebrizli Bedreddin'e 130.000 Selçuki Dirhem karşılığında yaptırmıştır. Zaman içerisinde yapılan ilaveler ile bugünkü halini almıştır. 1926 Yılında müzeye çevrilen Dergah avlusuna "Dervişan Kapısı" ndan girilir. Avlunun Kuzey ve Batı yönü boyunca Derviş hücreleri yer almaktadır. Güney yönü, Matbah ve Hürrem Paşa Türbesinden sonra, Üçler Mezarlığına açılan Hamuşun (Susmuşlar) kapısı ile son bulur. Avlunun doğusunda ise Sinan Paşa, Fatma Hatun ve Hasan Paşa Türbeleri yanında Semâhâne ve Mescit bölümleri ile Mevlana ve aile fertlerinin mezarlarının da içerisinde bulunduğu ana bina yer alır. Avluya 1512 yılında Yavuz Sultan Selim trafından üzeri kapalı Şadırvan ile Şeb-i Aruz (Düğün Gecesi) havuzu ve avlunun kuzey yönünde yer alan selsebil adı verilen çeşme eklenmiştir.

Nasreddin Hoca Türbesi

Büyük Filozof ve mizah ustası Nasreddin Hoca Eskişehir'in Sivrihisar İlçesin'de doğmuş, ilmini ilerletmek için Akşehir'e gelip yerleşmiş ve burada hayata veda etmiştir. Güldürürken düşündürmeyi felsefe edinmiş Hocanın türbesi, Akşehir'dedir. Onarımlarla özgün biçimini yitiren yapı en son 1905'te onarılmıştır. Eski yapıdan yalnızca ortadaki ana türbe kalmıştır. Mermer sandukanın başucunda, H. 683 (1284) olan ölüm tarihi, tersten 386 biçiminde yazılmıştır.

Obruk Han

Oburk Hanı, Konya'yı Aksaray'a bağlayan yol üzerinde, Anadolu Selçuklu döneminde ticaret yolları üzerinde kurulan hanlardan biridir.

Özel A.R. İzzet Koyunoğlu Müze ve Kütüphanesi

Konya'nın köklü ailelerinden birine mensup olan A.R.İzzet Koyunoğlu, yıllarca toplamış olduğu tarihi eserlerden bir müze ve kitaplık oluşturmuş ve daha sonra Belediye'ye bağışlamıştır. Belediye tarafından genişletilen ve geliştirilen müze, tipik bir Konya evi mimari tarzında ziyarete açılmıştır. Müzede, yazma, basma eserler, arkeolojik ve etnografik eserlerden geniş bir koleksiyon mevcuttur.

Sadrettin Konevi Cami ve Türbesi

Malatya'dan Konya'ya yerleşmiş olan zamanın tanınmış bilginlerinden olan Şeyh Sadrettin Konevi adına 1274 yılında yapılan Cami, sonradan adının verildiği mahallededir. Mevlana'ya bağlı olan Şeyh Sadrettin, Muhiddin İbni Arabi'den tahsil ve terbiye görmüştür. Selçuklu Kümbetlerine benzer türbesi açık olarak yapılmış olup, günümüze gelebilen tek örnektir. Üzerinde köşeli ve kafes şeklinde külahı olan türbenin kaidesi mermer işlidir.

Sırçalı Medrese

Mezar Anıtları Müzesi, Konya'daki Selçuklu Devri eski eserlerinden Sırçalı Medrese'de 1960 yılında açılmıştır. Sırçalı Medrese, 1242 yılında Bedreddin Muslih tarafından fıkıh ilmi okutulmak için yaptırılmış, çinilerle süslü avlulu medreselerden biridir. Konya şehrinde kamulaştırılan mezarlıklardan toplanan Selçuklular Devri, Beylikler ve Osmanlılar Devri'ne ait mezar taşları göre tasnif edilerek teşhir edilmişlerdir. Ayrıca Mezar taşları, şekil, motif ve yazı karakterleri de göz önüne alınarak değerlendirilmiş ve kronolojik bir sıraya konulmuştur.

Sille Köyü

Sille, Konya merkeze 7 km. mesafede olan Seçuklu Belediyesine bağlı tarihi 6 bin yıl öncesine dayanan çok eski bir rum köyüdür. Köy, Konya Kültür Varlıkları Koruma Kurulu kararınca “kentsel sit alanı” ilan edilmiş ve koruma altına alınmıştır. Sille ismi, Yunan mitolojisindeki Silen (Silene)veya Silenos kelimelerinden geldiği sanılmaktadır. Örf, âdet ve gelenekleriyle, bağ ve bahçeleriyle farklı yaşam tarzına sahip bir beldenin bu özelliği üzerinde çok farklı ulusların yaşamasından gelmektedir. Konya'yı çevreleyen surlardan Sille'ye giden yolun açıldığı kapının adı ‘Sille Kapısı' diye adlandırılmıştır. Tarihi İpek ve Baharat veKudüs Hac yolu üzerinde olması sebebi ile dini ve ticari merkez haline gelmiş köyde yumuşak kayalara oyulmuş atmıştan fazla kiliseye sahiptir. Dünyanın en eski ve en büyük manastırlarindan biri olan Ak Manastır ("Hagios Khariton Manastırı", "Deyr-i Eflâtun") bu köyde bir asır boyunca hizmet vermiştir. Ak Manastır Konya'da yaşayan Mevlevi dervişlerince de ziyaret edilmiş ve bahçesinde küçük bir de mescit yaptırılmıştır. Şimdilerde askeri alan içinde kaldığı için ziyarete kapalıdır. Hz.Mevlâna'nın Sille yakınında bulunan Eflatun manastırına giderek buradaki rahiplerle sohbet ettiği Menâkıbü'l-Ârifîn adlı eserde anlatılmaktadır. Hristiyanlığın ilk yıllarında havarilerden St.Paul ve arkadaşlarının Konya'ya geldikleri, dinlerini yaymaya çalıştıkları, baskılar karşısında da Sille civarındaki dağlara çekildikleri bilinmektedir. Osmanlılar devrinde de Sille'de câmiler, hamamlar ve çeşmeler yaptırılmış. Bölgeye has halıcılık, mumculuk ve testi-çömlek yapımı gelişmiştir.

Sultan Hamamı

Larende caddesinde Sahip Ata Külliyesine ait olan Sultan Hamamı bugün de faaliyetine devam etmektedir.

Sultanlar Türbesi

Alaeddin Camii içinde kuzeyde, klasik Selçuklu türbeleri tipindedir. Gövdesi kesme taşlardan on yüzlü prizma şeklinde yükselmiş, üzeri tuğladan on köşeli bir pramitle örtülmüştür. Türbe, Sultan Kılınçaslan tarafından yaptırılmıştır. Türbede sekiz çinili sanduka vardır. Aşağıda isimleri yazılı Selçuklu Sultanları; Sultan Mesud I, Kılınçaslan II, Rükneddin Süleymen II, Gıyaseddin Keyhüsrev I. Alaeddin Keysubat I. Gıyaseddin Keyhüsrev II, Kılınçaslan IV, Gayseddin Keyhüsrev III medfun bulunmaktadır.

Şems-i Tebrizi Türbe ve Mescidi

1185 Yılında Melik Dad oğlu Ali'nin oğlu olarak Tebriz'de dünyaya gelen Şemseddin “dinin güneşi” lakabı ile anılmıştır. İlk gençlik yıllarında, Tebrizli Ebubekir Sellaf'a mürid olan Şemseddin, ününü duyduğu şeyhlerden feyz almak için diyar diyar göçebe yaşamıştır. Bu nedenle kendisine "Şemseddin Perende" (uçan Şemseddin) denilmiştir. Hayatı boyunca, Hz.Muhammed'in ahlakını örnek alan Şemseddin-i Tebrizî, manevî bir işaret üzerine de Mevlânâ Celâleddîn Rûmî'yi arayıp bulmuş ve üç buçuk yıl süren beraberliği neticesinde onun hayatında yeni ufukların açılmasına vesile olmuş, onu ilahî aşkın potasında eriterek, kâmil bir Hak aşığı yapmaya muvaffak olmuştur. Mevlânâ tarafından yazılan ilâhî aşk şiirlerinden oluşan "Dîvân-ı Şems-î Tebrîzî" adındaki nazım eser sayesinde Mevlana Şems'e eserleri arasında yer vermiştir. 1248 Yılında ölen, Şems ed-Dîn Muhammad, Mevlana'nın Dergahına çok yakın yerde Şems Parkı içerisinde gömülmüştür. Türbe ile mescid birbirine bitişiktir. Türbesi klasik Selçuklu kümbet tipindedir. Çatısı sonradan kurşun ile örtülmüştür. Sekizgen tambur üzerine piramidal külahla örtülüdür. Eyvan şeklinde olan türbe mescide kalem işi süslenmiş ahşap Bursa kemeriyle açılır. Diğer yönlerde biri altta, diğeri üstte olmak üzere ikişer penceresi vardır. Türbenin duvarların¬la herhangi bir bezeme yoktur. Tavanı geometrik motiflerle bezenmiştir. Sandukanın altında mumyalık vardır.Gövdesi taştan tambur ve külahı ise tuğladan yapılan türbe 1977 yılında tamiri sırasında orji-nalliğini biraz kaybetmiştir.

Şerafettin Cami

Konya merkezde, hükümet konağının güney cephesinde olan cami,7.y.y'da Şeyh Şerafettin tarafından yaptırılmış, 1336 yılında Çavuş oğlu Mehmet Bey tarafından tamamen yıktırılarak yeniden inşa ettirilmiştir. Gövdesi kesme taşlardan yapılmış cami, büyük bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbeyi 10 fil ayağı tutmaktadır. Mihrabın bulunduğu kısmı dışarıya taşmaktadır. Cami iç yazı ve nakışlarla dekorize edilmiş olup, mimberi ve mihrabı mermer işlemeli olup, tek şerefeli minareyesahiptir. Cami, altı mermer sütun üzerine oturmuş yedi küçük kubbe ile örtülmüştür.

Tavus Baba Türbesi

Tavus Baba Türbesi, Alaeddin Keykubat döneminde Meram'da yapılmış, Şeyh Tavus Mehmet-el Hindi'ye ait türbe, tonas kubbeli olup, taş ve tuğladan yapılmış sade bir türbedir.

Tınaztepe Mağarası

1968 Yılında bulunan ve Konya-Seydişehir-Manavgat yolun¬da olan mağaranın uzunluğu 1680 metre olup, inişin dışındaki alan tamamen yatay özelliktedir. Mağaranın taban –tavan arası yükseği 65 metredir. Tınaztepe'nin güneybatı yamacındaki mağara, yaklaşık 230 milyon yıl gibi uzun bir süreçte meydana gelmiştir. Yapılan araştırmada, mağaranın astım hastalığı için doğal bir tedavi ortamı olduğunu belirtmiştir. Mağara fosil ve aktif olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Fosil bölümüne bahar aylarında girilecek olursa, sayısı 5'i bulan göllerin botla geçilmesi gerekecektir. Sonbahar aylarında suların azalması sonucu aynı galeri yürünerek geçilebilir. Beşinci gölden sonra mağarada 30 m. 'lik bir inişle Büyük Salon'a gelinmektedir. Bu salon gölle son bulmaktadır. Suların mağara içerisinde hareket ettikleri yerlerde kalker tüfleri ; tavan ve yan taraflardaki çatlaklardan sızan sularla travertenler, sarkıt ve dikitler oluşmuştur. Mağaranın son kısmındaki büyük alan bütünüyle ana faya bağlı olarak gelişmiş ve içerisinde göl mevcuttur. Üst sistemi fosil bir mağaradır. Altta bulunan ve havzanın sularını toplayan düden, morfolojik bakımdan Tınaztepe mağarasının devamıdır. Tavandaki çatlaklardan sızan sular, içeride gölcükler oluşturmaktadır. Mağaranın sonundaki göl ise büyük boyutludur. Özellikle ilkbahar aylarında kar ve yağmur sularıyla beslenen dere ve yatakları en alt seviyedeki mağaraya ulaşmadan önce sular, şelale ve dev kazanı tipi çok ilgi çekici görüntüler ortaya koymaktadır.

Üçler Mezarlığı

Konya'nın Karatay ilçesinde, Mevlâna Türbesinin hemen karşısında Konya'nın ikinci büyüklükteki mezarlığıdır. Hasta olan efendileri, "Sizin kısmetiniz burada kesildi, Konya'ya gidin" demesi üzerine Horasan'ı bırakıp Konya'ya göç eden üç Derviş Mevlana'nın vefat ettiğini öğrenince, burada ölmek ve gömülmek isterler. Dilekleri kabul gören üç Derviş öldüklerinde aynı yere gömülürler. Mezarlığa Fatih Sultan Mehmet zamanında Üçler adı verilmiştir.

Yeşil Türbe (Kubbe-i Hadrab)

Bugünkü Mevlana Dergahı'nın yeri, Selçuklu Sarayı'nın gül bahçesi iken, Sultan Alaadin Keykubat tarafından Mevlana'nın babası Sultanü'l Ulema Bahaeddin Veled'e hediye edilmiştir. 1231 Yılında ölen Sultanü'l Ulema gül bahçesine yapılan ilk defindir. Halk üzerine bir türbe yaptırmak istese de Mevlana bu isteği geri çevirmiştir. 1273 Yılında Mevlana'nın ölümü ile oğlu Sultan Veled halkın bu isteğini gerçekleştirmiş "Kubbe-i Hadra" Yeşil Türbe denilen türbeyi dönemin mimarı olan Tebrizli Bedreddin'e 130.000 Selçuki Dirhem karşılığında yaptırmıştır. Dört fil ayağı üzerine yapılan Türbe, 16 dilimli silindir bir külaha sahip olup, üzeride Ayet-el Kürs-i yazılıdır. Kubbesi motif ve süslerle işlidir. Kubbenin altında Mevlâna ve Sultan Veled yatmaktadır. Mezar üzerinde en son Abülhamit II.'nın hediye ettiği altın sim işli bir puşi örtülüdür. Kubbenin doğusunda Mevlana'nın babası Sultan Ulema'nın kabri bulunmaktadır. Selçuklu ağaç işlemeciliğinin bir şaheseri olan sandukası yüksekçe olup, arka cephesi görülmediğinden ayakta imiş gibi görünür. Bu sanduka Mevlâna için yapılmış, bilahare babasının üzerine kaldırılmıştır.

Zazadin Hanı

Konya – Aksaray yolu 25.km.de ve Tömek Bucağında olan Han, 1236 yılında Selçuklu Emirlerinden Vezir Sadettin Köpek tarafından yaptırılmıştır. Han'ın boyu: 104 metre,eni: 62 metredir. Binanın dış duvarlarında İslami devirlere ait eserlere yer verilmiş olup, yazlık ve kışlık tiplerin birleşmesinden meydana gelmiş avlu tipte yapılmıştır.

Ereğli Müzesi

Ereğli İlçesinde bulunan, tek katlı olan ve 1968 Yılında açılan müze, 1980 yılında onarılmış ve bir depo binası daha ilave edilerek genişletilmiştir. Arkeoloji ve Etnografya olmak üzere iki ayrı teşhir salonu bulunan müzede, yaklaşık 9bin eser sergilenmekte olup, yılda onbinin üzerinde ziyaretçi kabul etmektedir. Müzedeki eserlerin başlangıç tarihi Hitit'ler dönemine kadar inmektedir. Müzede satın alma, hibe, hediye olarak verilen eserlerde sergilenmektedir.

Sema Töreni

MEVLEVÎ AYİN-İ ŞERİFİ – Sema Töreni
Sema, Mevlâna için bir tecelli idi. Canın cana kavuşup mekânın, zamanın ve aklın bitip her şeyin sadece aşk olduğu o anlarda Allah ile Mevlâna bir olmuştu. Bu şekildeki Sema, Mevlâna'dan sonra onu seven ve örnek alan insanlar tarafından da devam ettirilmişti. Hiçbir kural ve şarta uyulmaksızın, hatta Sema için bestelenmiş eserler bile olmadan sadece aşk ile dönülmüştü. Ancak artık Mevlâna'nın Sema'sı ile ondan sonra yapılan Sema arasında bir anlam değişikliği vardı. Sema'ya Allah aşkının yanında Mevlâna'ya karşı duyulan saygı, muhabbet ve hasret de katılmıştı. Bu yolda yürüyenler Allah'a Mevlâna'nın ilhamı ve yol göstericiliği ile ulaşılmak istiyorlardı.

Sultan Veled tarafından babası Mevlâna'nın düşünceleri çerçevesinde temelleri atılarak kurulan Mevlevilik tarikatı, yavaş yavaş büyümeye ve dergâhlarını açmaya başladıkça genel Mevlevi yaşantısı ile ilgili bazı kuralların ortaya çıkması da kaçınılmaz olmuştu. Tabii bu kurallar Sema için de geçerli olacaktı. Çünkü dergâhların semahanelerinde toplu olarak yapılan bu törenlerde birlik ve bütünlüğün bozulmaması, esas olarak aynı maneviyatın olabildiğince herkes tarafından hissedilmesi gerekirdi. Böylece yapısı ve sembolleri biçimlenmeye başlayan Sema, Mevlâna'dan 150 yıl sonra Pir Adil Çelebi (öl.1460) ve ilerleyen yıllarda Pir Hüseyin Çelebi (öl.1666) tarafından konulan kurallar ile en son şeklini almış ve bir tarikat törenine dönüşmüştü.

Kişinin Mevlâna'dan aldığı ilham ile Allah'a ulaşmak için yaptığı manevi yolculuğu, yani insanın Mirâc'ını anlatan bu törene de Mukabele veya Sema töreni, bir başka deyişle “Mevlevi Mukâbelesi” adı verilmişti. “Karşılaşma” anlamındaki Mukâbele terimiyle anlatılmak istenen iki olay vardı. Birincisi ruhların beden sahibi olmadan önce Bezm-i Elest'teki karşılaşmalarıydı. Ruhlar, insan denen elbiseyi giymeden ve bu dünyaya gelmeden önce nasıl birbirleri ile karşılaşmışlarsa, Mevlevi Mukâbele'si için bir araya gelen canlar, ruhların o hali gibi saf ve tertemiz olarak birbirleriyle karşılaşıyorlardı. Diğer anlam ise şuydu; kişi, içindeki özün farkında değildi ve Mevlâna binlerce beyitlik kitapları ile günlerce süren sohbetlerinde gerçekte bir tek konuyu anlatmıştı, o da “insan”dı. Çünkü insan hazineler üzerinde yatıp açlıktan ölecek kadar şaşkın bir varlıktı. Mevlâna her şeyin insanın kendi içinde olduğunu ve ne ararsa kendi içinde araması gerektiğini söylemiş, ona gönlünün kapılarını açması, gerçeği ortaya çıkarması için yol göstermiş, yardım etmişti.

Mevlevi Mukâbelesi'nde kişi önce kendi ile karşılaşıp, insanı tanıyor sonra Allah'ı anlıyor ve onunla baş başa kalıp yaradılışın hakiki sebebini görüyor, kâinatın aşk olduğunu hissediyor, sonunda da sen'in, ben'im bitip her şeyin “O” olduğu gerçek başlangıç noktasına ulaşıyordu. Aslında “Şeriat”, “Tarikat”, “Hakikat”, “Marifet” prensipleri üzerine kurulmuş olan bütün tarikatlarda amaç buydu. Yalnızca onlar hiçliğe veya her şeye ulaşmak ve Allah ile gönül arasındaki rabıtayı kurup aşk'a yolculuk edip O'na kavuşmak için nefsin yedi haline tekabül eden Allah'ın yedi esmasını zikrediyorlar, hâlvete giriyorlar veya sohbet meclisleri kuruyorlar, Mevleviler ise insana hizmet ederek, çile çıkarıp daha sonra Şems-i Tebrizî'nin dediği gibi Dost'u görmek ve onunla beraber olmak için Mukâbele yapıyorlardı. Yedi yüz yıldır tıpkı var olmanın temel şartının dönmek olduğu, güneşin, dünyanın, ayın, yıldızların, vücudumuzdaki kanın ve canlıların topraktan gelip toprağa döndüğü veya bütün âlemin Allah aşkı ile döndüğü gibi dönüyorlardı. Bir mevlevihaneye cümle kapısından girildiğinden itibaren dua ederken, yürürken, otururken, sohbet yaparken, bir yere bakarken, lokma yerken, Şeyh Efendi'yi veya dedeleri ziyaret ederken, kısacası dergâh içinde yaşanan her anda ve yapılan her hizmette mutlaka Mevlevi tarikatının kurallarıyla ve kesinlikle edep dahilinde davranılmalıydı. Mevlevihanelerin semahanelerinde gerçekleşen Mukâbele de baştan aşağıya her şeyiyle önce edepti, sonra aşktı, sevgiliydi ve sevgiliye kavuşmaydı. Edep ve Mevlevi geleneği Mukâbele'nin bütün kurallarını bir çerçeve içine almış, bu kurallar da Mevleviliğin yaşadığı asırlar boyunca değişmeden devam etmişti.

Web Tasarım & Yazılım | INVIVA